Göç, Göçmen, Yurtsuz
Göçmenler bir araya geldiklerinde, her zaman önce kağıtlarından konuşmaya başlar. Başvurusu hangi durumdadır? Kaç yıllık oturumu vardır, hangi okulda öğrenci gibidir ya da kimle formalite evlenilebilir mesela. Her göçmen doğrudan bir Kafka hikayesinin içine düşer. Her an dışarı atılabilecek gibi devletin en üst rafında durur ve hiçbir zaman hatırlanmayacak gibi hiçbir yerdedir aynı zamanda. Devlet göçmen için yüz kere kadar daha devlettir. Daha faşist, daha dikey tırmanan hiyerarşi şahikası, daha ne bu şiddet ne celal, daha nalıncı keseri, daha karakol duvarı ve mahkeme suratı ve daha vesairedir.
Orwel’ın dediklerini bozarak kulaklarını çınlatırsak; Hiç kimse eşit değildir devlet karşısında ama bazıları daha eşit değildir.
Fanon’un işgalcilere- sömürgecilere ilişkin söylediklerinin mobilize olmuş, halidir göçmenlik. Göçmen sadece sömürgecinin işgali altında değildir, aynı zamanda onun keyfinin kahyasının sınır boylarında yaşadığından, bir gün, bir zaman kendi topraklarından dışarı atma şansı da yoktur. Ancak mutlaka ki yine onun dediği gibi ‘Emperyalistlerin serveti bizim de servetimizdir’ ama buna atıf bile yapamaz. Bırakın o serveti yaratmanın ve ayakta tuttuğunun farkında olunmasını, her an dışarı atılmadığı için sürekli minnet altında da hissetmelidir kendini. Kendisinin ne kadar iyi ve uyumlu olduğunu, her gün ve yeniden kanıtlaması gerekir.
-Almanya’da bir evde misafirken, bir arkadaş anlatmıştı. Ailesi 1960’larda gelen, üçüncü nesil bir Türkiyeliydi. Tabii ki Almanya doğumlu ve Alman vatandaşıydı. Üniversite bitirmiş ve bir fabrikada çalışıyordu. Ayrıca gönüllü olarak, taziyeye giden bir gruba katılmıştı. Bir ölü evi olunca, oraya gidiyor, insanlara destek oluyordu. Bir gün papazlarla yemek yiyorlardı. Yemek gelir gelmez, yemeye başlamıştı papazlar. Siz hiç dua etmez misiniz demişti onlara. Dua etmeye başlamıştı. Papazlar da katılmıştı ama 20 yıldır yan taraflarında oturan kadın hala selam vermiyordu ona-
Bu kimliksizlik durumu onu, arzuladığı nesneye, egemenin kimliğine kavuşmak için olan arzuyu besler. Onu idealize eder. Yaşamın amacına dönüşür. Nasıl ki bir gün arzuladığı kağıda kavuştuğunda, ikide bir cebinden çıkarıp, bakacak kadar bu. Yani Fanon’un sözünü ettiği, siyah insanın tutsaklığına yakalanmıştır göçmenler; ‘Sürekli avcı olmayı düşleyen bir avdır’lar…
Göçmenlik, sadece bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya taşınmak değildir; bir kimlikten başka bir kimliğe geçiştir. Ancak bu geçiş, hiçbir zaman tamamlanmaz. Göçmen, bir köprüde asılı kalmıştır: Ne geldiği yere dönebilir ne de vardığı yere gerçekten varabilir. Bu ikiliği bir “arzu” ile doldurur: Egemenin beğenisini kazanmak, onun gözünde “hak edilmiş” bir yer edinmek. Ama bu arzu, bir tuzaktır. Çünkü egemenin onayı, hiçbir zaman gerçekten ulaşılabilir değildir. O onay, göçmenin hep biraz uzağında, hep biraz daha ötesinde kalır. Ve işte bu yüzden, göçmen, kendini asla yeterince “iyi” hissedemez.
Göçmenlik zor zanaattır yani ve dünya onların sırtında dönmektedir, her geçen gün daha da fazla…